1960'lı yıllar , Dünya milyonların hayatını kaybettiği savaştan sonra yaralarını sararken, barut kokusunun tekrar genzi yakmaya başladığı zamanlar. Bazı psikanalistlere göre gelmiş geçmiş en tutarlı akım olarak gösterilen Hippi akımı işte tamda bu zamanda başlıyor. Zemininde apolitik görüşü barındıran bu akım barışı, eşitliği ve insani değerleri eline alıyordu. Sömürülen doğayı, insanları ve tüm canlıları tek bir paydada toplayıp varolan sisteme bir haykırıştı. Dünya'ya damga vuran büyük müzik grupları işte bu akımla çıktı. Bizler ise; yani 80'lerin sonu ve 90'ların başında hayata başlayan nesil işte bu yaşam tarzını benimseyenlerin büyüttüğü çocuklarız hepimiz olmasakta.
Bizler savaş görmedik, acılar çekmedik ve bu yüzden barışın değerini bilmiyoruz. İçerisinde hiç bir güzellik barındırmayan yalın şarkıları sanat sanıp dinliyoruz, günlerimiz ise boş ve faydasızca geçiyor üstelik bundan mutluluk duyuyoruz. Ve biz; unuttuğumuz değerler ile yeni bir nesil yaratacağız. Tadına varamadığımız değerler ve kavramları çocuklarımıza nasıl aşılayacağız ?
Dedelerimiz güç ve para uğruna sistemin birer maşası olarak hayatlarını vermişken, riyakarca olanlardan ders çıkarmamak ve imkanlarımız varken boyun eğmek haksızlık değil midir. Köleleştirildik; farklı olanlarımız ise parmak ile hedef gösterilip cadı avına kurban edilmekte. Küçücük çocukken başladı bu sindirme; hani aramızdan başkanlar seçerlerdi ya, konuşanları tahtaya yazardı. Boş vaktimizde küçücük çocuklar iken eğlencemizi, iletişimimizi koparan, bizleri korkutan bir başkan seçtiler başımıza. Aramızdan gammazlar çıkardılar, sesini çıkarıp haksızlık karşısında dik durana ceza, sesini çıkarmayıp uyanı ise mükafatlandırdılar. İstedikleri modelin ufak ölçekli minyatürleri olduk. Üstelik okullarda hiç bir şey öğrenemedik. Meraklı olmayanlarımız yerlerinde saymaktan öteye gidemediler ve bunu anlayamadılar. Sosyal statüde yerimizi sağlamlamak ve yükselebilmek uğruna her birşeyi mübah kıldık kendimize. Kibirle kendimizden ayrıştırdığımız, alt tabaka diye adlandırdığımız insanları küçümsedik. Elle tutulur hiç bir yanımız yokken, kendimiz geliştirmek yerine boş ve yararsız şeyler peşinde koşarak aslında insanın kendisinden daha iyi bir öğretmen bulamayacağını unuttuk. Şuan ise insanlığı diri diri gömmekle meşgulüz.
Çok sığ yaşıyoruz, düşünmeden, sorgulamadan, bize verilenleri süzmeden benimseyerek. Beyinlerimiz; izlediğimiz diziler, filmler, programlar sayesinde hiçlik ile dolduruluyor. Yüzeysel ve sorgulamadan geçen bir ömrün aslında yaşanmamış olduğunun farkına vardığımızda çok geç olacak.
Bir arkadaşım ile geçenlerde yaptığım konuşmada bana yüz yıl öncede insanlar on saat çalışıyordu şimdide aynı dedi. Teknoloji bizim işimizi kolaylaştırmıyor, daha az çalışmıyoruz. Teknolojinin sağladığı fayda bize değil patronlarımıza yarıyor çünkü; işlerini hızlandırıp daha fazla kazanç elde etmesini sağlıyor diyerek devam ettirdi konuşmasını. Teknolojinin diğer yüzü ise bizleri sistemin birer kölesi haline getirmek ve bizleri bu yolda tutabilmek için ağlar örüyor. Bir bakıma teknoloji için sistemin dinamosu diyebiliriz.
Umursamaz yaşıyor, mutluluğa ulaşabilmek için çabalıyoruz. Mutluluğu ise somut icatlarda arıyoruz. Spor bir otomobil, güzel bir ev, güzel bir eş evet; insani değerin rağbet görmediği bir dünya'da içsel güzellik pekte bir şey ifade etmiyor. Umursamaz olmayı çok isterdim, düşünmemeyi fakat eğer bunu yapmazsam özümü kaybedecekmişim gibi. Özümü ve insaniyetimi kaybedersem hayatın ne tür bir anlamı olabilir ki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder