Sayfalar

27 Kasım 2012 Salı

Son Sefer




Rafa kaldırdım hayattan umduğum tüm istekleri, hayalleri ve umutları. Dönüp kendime sordum " Sen buna layık mısın ? Peki bunlar için ne yaptın ? İstediğin şey elinde olsa ne yapabilirsin ?" diye. Ve sevdiğim bir filmden sevdiğim bir karakterin sözü geldi aklıma.

"Ben arabaları kovalayan köpek gibiyim. Eğer yakalasam bile ne yapacağımı bilemem."

O araba durupta içinden inen kişi ; "Neden kovalıyorsun ? " diye sorsa ya da başımı okşayıp evine götürüp kucak açsa ne yaparım ? Bunun karşısında kafamda oluşan tek cevap ise "Bilmiyorum".

Evet istiyorum, ama ufak şeyler hani; insanı mutlu eden cinslerinden. Hayallerim ise çok uzaklarda değil; belki elimi uzatsam yakalayabileceğim mesafede. Umutlarım çok yükseklerde değil; belki zıplasam dokunabilirim bile. "Madem bu kadar ufak düşünüyorsun ne bu tantana ?" dediğini duyar gibiyim. Demelisin, demende gerekiyor zaten. Bende bilmiyorum, bilsem hiç kendimle tartışırmıydım.

Lüks bir araban varsa daha fazla vergi ödersin ve daha fazla yakıt masrafın olur. Sen bir sıfır iken; yanına bir istesen bu neyi değiştirir ki; sen önüne bir ekleyememişsen ? Hayalim ya da isteğim lüks bir araba değil; bunu kolay bir örnek olsun diye söyledim. Sahip olsamda onu elde tutamayacağım isteklerim var, ne kadar komik olsada.

İnsanlar bir hedef belirler genelde; bu hedeflerin sonunda da hayalleri olur. Bu hedef doğrultusunda çabalar, çalışır ve hayalleri sürekli kendilerinden uzaklaşsa bile yenilerini yaratır yakalayabileceği. İtiraf etmeliyim ki hayallerim olsada bir hedefim yoktu. Birbirini kovalayan vagonlar gibi yıllarda geçtikçe önümden; korkuyla belirledim hedefimi. Bu kaçan ve birbirini kovalayan yılları telafi etmenin telaşı içerisindeyken "Henüz geç değil daha bir çok durak var önünde" diyerek motive ediyorum kendimi.

Henüz hayallerimi kaldırdığım raflar tozlu değil. Belki tozlanmadan geri alabilirim diye söylensemde şu ufak odamda, kaçırmış olduğum yılları yakalayamamaktan korkuyorum aslında.Ve beni öylesine korkutuyor ki bu;  tüm yüklerimden arınıp peşinden koşacağıma, duvara çakılmış; üzerinin tablo ile örtülmesini bekleyen soğuk bir çivi gibi duruyorum sadece.

25 Kasım 2012 Pazar

"Ortadoğu'yu biz inşa edeceğiz"


          Ortadoğu'da yüzyıllardır süre gelen bir karışıklık mevcut. Hem kitap halini almış dinlerin hem de yaşanan bütün karışıklıkların çoğunun bu bölgede çıkması kafamı her zaman karıştırmıştır. İnsanların yolundan saparak taşkınlık etmesi, ahlaksızlığın üst seviyelere yükselmesi hep bu bölgede olmuş ve halen bu insanlar birbirlerini vurmaktan vazgeçmemekte.

          Aynı gezegende yaşayan ama buranın başka bir köşesinde bulunan insanlar ise evrenin derinliklerine açılırken ve bilimin sınırlarını zorlarken bu yörenin halkı aydınlanmamakta direniyor. Tahmin edebileceğiniz gibi konuyu tabii ki dine getireceğim ama bu seferlik üzerinde durmuyorum.

          Üzerine yeniden inşa ettiğimiz anlatmakla bitmeyen geçmişimizde, tüm bu topraklara hakim olan imparatorluğu kurmaya çalışan ya da destekçilerinin buna inandığı hükümet tarafından yönetiliyoruz. Ve bu hükümetin demesine göre bu uslanmaz bölgenin yeniden inşasını yapacak olan bizlermişiz. Bölgesel güç olma umutları içerisinde ilerlerken komşuları ile düşman olan ve esip gürlerken komşusu tarafından vurulan askerine, düşürülen uçağına sahip çıkamayan bir güçten bahsediyoruz.

          Ortadoğu'da gerçekleşen her olayın zaten belli bir plan dahilinde yürütüldüğüne inanmaktayım. Aynı zamanda yüce devlet büyüklerimizin adımlarınında efendilerinin doğrultusunda olduğuna. Her ne kadar halkımız öteki ortadoğu ülkelerinde görüldüğü gibi sokaklara çıkıp isyan etmemiş ve batı güçleri demokrasi getirmemiş olsada, Türkiye zaten ele geçirilmiş durumda.Şimdi ise beyinlerimize ağlar örüp elimizde ki ufkumuzu genişletebilecek potansiyele sahip her şeyi alıp sesimizi kesecekler. Ve sesi kesilmiş bu halkın kontrolünü ise insanın en büyük zaafı olan din ile sağlayacaklar.

          Şuan değelerimiz elimizden alınıyor ve özgürlüklerimiz kısıtlanıp daraltılıyor. Bize bir şey olmaz, yapamazlar diye düşünmeye devam ettikçe onlar sessizce planlarını  uygulamaya devam ediyor. Bir gün farkına varacağız ama sesimizi çıkaracak ne güç ne de fırsat kalacak.

24 Kasım 2012 Cumartesi

Umuda yolculuk

          Yalnızlık, asırları devirmiş bir çınar gibi kök salmışken yüreğime, söyle bana; nasıl kurtaracaksın ki beni.Zaman suladıkça çınarı, hayat budadıkça dalları, nefesim kesiliyor, daralıyorum. 

          Dönüşü olmayan yola girmeden önceki son sapak.Elimde ki sigarayı unutmuşum besbelli kül yer çekimiyle savaş halinde.Havada bir soğuk sorma gitsin, çeneme kadar kapattığım mont bile yaramıyor işe.Titriyorum, soğuktan değil ama, o son adımı atarsam bir daha geri dönememekten.Korkuyorum bunca alışılmışlıklardan vazgeçmeye.Daha şimdiden özledim bile kedimi, evimi,sandalyemi.Ve hayalet gibi yaşadığım şehrimi. 

          Gitmek ne kötü, terk etmek her şeyi, kaçarmışçasına bırakmak.Yenilgi midir bu ?. Yoksa cesaret mi ?.Yeni bir şehir,yeni insanlar ve yeni bir hayat.Küllerin altında kalmış o ufacık közü alevlendirecek kadar umut verici sanki.O kadar meşgul olmuşum ki beynimin içinde ki fırtınada, kaybolan kendimi ararken yeni bir kişi yarattığımı anlayamamışım. 

          Ve kül yere düştü, ardından izmarit.Arka cebimde ki yassılaşmış paketten bir sigara daha çıkardım. Siper ettim ellerimi rüzgara, umutlarım gibi, sigaramı yakacak olan ateşte sönmesin diye. Oh o sigaradan gelen ilk duman nasılda mutlu eder adamı, ah bide demli bir çay olacaktı şimdi. Bir hikaye duymuştum zamanın birinde anlatayım istersen.Eskiden ama çok eskiden insanlar iki kafalı dört ayaklı yani anlayacağın yapışıkmış birbirine. Hemde bir erkek bir kadınmış bu ortak bedenleri kullananlar.O kadar güçlüymüş ki bu insanlar, tanrılara baş kaldırmaya başlayınca, onlarda  düşünmüş ve ortadan ikiye ayırmaya karar vermişler insanları.İşte o gün bugündür insan hep diğer yarısını aramakla geçirir olmuş zamanını.Güzel hikaye, belki bende öteki yarımı bulurum kim bilir, belkide buldum yanlış yerde ve yanlış zamanda. 

          Dağların arasından usulca akan bir ırmak gibi, karanlığın sessizliğinde yol aldım.Salonumun avizesi gibi  gecemi süslendirdi yıldızlar.Ay göz kırptı uzaklardan "hadi bakalım bol şans sana" dedi.Son kez parıldadı yıldızlar hasmı olan güneş göstermeden önce kendini...

21 Kasım 2012 Çarşamba

Yanlış tanımışsın



Derdini kimseyle paylaşamaz ya bazen insan. İster de yapamaz hani, belki kimseyi bulamadığından ya da acizliğini gün yüzüne vuramamaktan.

Dışardan çelik gibi sağlam gözüken ama cam kadar hassas , içinde ne fırtınaların koptuğu bilinmiyorken , yalancı kış güneşi gibi etrafına ışık saçandır bu insan. Hep beklemededir , aşkı bekler , hayatın gölgesinden ilerler , sabreder. Koştukça umutlarının peşinden , her yemek verene kanıp giden bir kedi gibi , her sıcaklık hissettiği kalbe açtıkça kalbini darbeler yer. Umudu kırılır , şevki gider, herşeyden soğur ve sorular yiyip bitirir bedenini. Neden ben der , neden ?. isyankar olmaya başlar sonra , ilk başta yakınındakilerden çıkarır öfkesini ama sonra anlar ki aslında kendinedir bütün kini. Hayat yükledikçe sırtına yükleri , dizleri taşımaz olur yıkılır olduğu yere.Başlar yeniden beklemeye , bir yürek çıka gelsede bir el atsa be der. Bazen kendini o kadar yalnız hisseder ki bu insan katlanamaz ama ağlayamazda.

Hey sen !



Hayal etsene , mevsim kış , dışarda ise lapa lapa kar var. Koltuğa oturmuşsun , bir köşede mumun alevi bir sağa bir sola kıvrılıyor. Elinde viski dolu bir bardak , bir yandan sigaranın dumanını ciğerlerine dolduruyorsun. Ve dumanı bırakıyorsun hayata bir of çeker gibi.Kafanı karıncalandıran düşüncelerden arındırıyorsun kendini , arkadan çalan o rahatlatıcı aralarda cızırtı duyulan plaktan gelen flüt sesiyle.

Yalnızlık , yerini nasıl doldurabileceğimi bilmediğim o ağır duygu. Bazen hiç dolduramayacağımdan korkuyorum ,işte o zaman bir ürperti sarıyor içimi bitmek bilmeyen.Ben hep bir arayış içerisindeyken , aradığım kişi ise hep bulunuyor fakat yanlış insanlar tarafından. Ben bir baba , bir abi , kardeş ,dost ve bir eş olabilecekken o insana , her zaman yanlış anlaşılıyorum. Tüm dünyası bacak arasında dolaşan o yüce insan ise benden her zaman daha fazlasına sahip olabiliyor. Anlıyorsun umarım beni , bundan dolayı üzüldüğümüde düşünme. Sanırım herkes hak ettiğini buluyor ve onu yaşıyor ki bundan mutluluk duyuyor.

Evet yazının başında söylediklerimi gerçekleştiriyorum şuanda ;dışarda kar yok, sadece mevsim kış değil. Sigaramın dumanını hapsettiğim ciğerlerimden salarken bir of çekiyorum kirlenmiş dünyaya kirli dumanı salarak. Sen , evet sana diyorum , senin dünyan nerede ? aşağılarda mı geziyor ,yoksa sende mi bendensin.Düşünüyormusun hiç yarını  , karamsarlık çöktüğünde üstüne umutlarına sığınıyormusun. Gözlerini kapat , hayal et öyleyse yarınlarını, artan hormonlarınla bağlanacağın insanı , paylaşacağın hayatı. Hayatta ki tek zevk bacak arasında ki ıslak ve ılık bir yer değil be , çok fazla zevk var paylaşabilecek. Sen ise bir tanesi ile mi yetiniyorsun yoksa ?.

Benim yaratılış amacım galiba düşünmek. Eksik yaratılmışım , yanlış olmuş bu model.

Ya her şey yalansa ? Peki ya doğruysa ?



          Ya dini kitaplar üstün bir zeka ürünüyse ya hiç birşey gerçek değilse. Kitleleri bir amaç uğruna bir araya toplayan bir araç ise. Ve bunu fark edip sıyrılanlar doğru yolu bulmuş olan kişilerse. Bunun yanlış olduğunu şuan da kanıtlayamayız. Öte yandan bakarsak gerçekten herşey doğruysa ve ahirette sorguya çekileceksek ve gerçekten inanmışlar cennetin tüm güzelliklerini tadıp huriler ile günlerini şarap içerek geçirecekse ?  Peki ya, inanmamış olanlar kızgın ateşlerde cezalandırılacaksa ?. Diğerini kanıtlayamadığımız gibi bunuda kanıtlayamıyoruz.

          Aslında insanlar sığınabilecekleri bir liman arıyorlar kendilerine , zorluklar karşısında dik durabilmek için destek alabilecekleri bir güç. Bu insanlara yaşama şevki veriyor , umutlandırıyor.Kötü yola sapmasını engelliyor ve kaos ortamınıda bastırıyor aslında. Çünkü ondan korkuyorlar, onun kudretinden , büyüklüğünden ve gücünden.Dinler olmasaydı onları frenleyebilecek bir şeyde bulunmayacaktı. Eğer tüm bunlar bir insan eseriyse kusursuzca yapılmış bir ürün. Değilse , umarım bu yazdıklarım kızgın ateşlerde yanmama neden olmaz.Sonuçta bu akıl bana verilmişse bunu sonuna kadar kullanmakta hakkımdır yoksa koyundan ne farkımız kalır ? . Bırakalım herkes inanmaya devam etsin yada doğru yolu başka yerde aramaya.

          Ve aslında kibrimizden dolayı basit bir et parçası olduğumuzu kabul etmiyoruz edemiyoruz , bu sonu gelmeyen devasa evrenin sadece bizim için yaratıldığına inanıyoruz. Biz ki birbirine zulmeden , yaradanın eserini düşünmeden mahveden ve yüzsüzce bide ona ibadet eden bir canlı türüyüz.

          Son olarak , tanrının varlığına inanmamakta bir inançtır , tıpkı ona inanmak gibi. Ona inanmayanında kendine göre mantıklı gelen bir inancı vardır ve ona göre yaşar. Nice inanmayan vardır ki çoğu inanmış kişiden daha insandır. Eğer dinler hiç olmamış olsaydı karşıt bir inançta olmayacağı gibi insanlar kaos içinde olacaktı. Çünkü kötü birşey yaptıkları takdirde onları cehennemde yanmak gibi ürkütücü tehditlerle sindiren bir kitap olmayacaktı. Dinler bir bakıma insanları sindiriyor yapacakları şeylere karşı , gerçekten zekice. Dünyayı ıslah etmenin tek yolu varsa o da budur galiba.

          Benim inancıma gelince , ben insanlığa inanır insan gibi yaşarım. Benim tanrım da insan, kendimde insanımdır. Kendim için yaşar , kendim için yaparım. Ne varlığı belli olmayan bir yer için sevap peşinde koşarım . Ne de kendimi kılıktan kılığa sokarım. Varsın atsınlar ateşlere insanlığım için , korkmam en azından insanlarla yanarım.

Modern köleleriz hepimiz



Modern zamanın köleleriyiz hepimiz , evet kölelik bitmedi sadece özgür olduğumuzu sanıyoruz. Bilincimizin o kadar derin noktalarına ektiler ki bu tohumları ve öyle inandık ki. Eski çağlarda sahipler kümes bile olsa barınmalarını sağlar , yemeğini verir suçlarını ise kırbaçla cezalandırırdı kölelerinin.Şimdi ise tüm bunlarla uğraşmaktan kurtuldular iplerimizi gevşetip sokağa saldılar.

Pazarlarda satılmıyoruz evet , ama kendi sahibimizi kendimiz buluyoruz. Üstelik ödemede yapıyor bu yeni sahipler , yaptıklarınızın karşılığı olarak. Ama bir problem var sanki değil mi ?. Sabahın köründe bir çalar saat ile uyanıp yazın sıcağın da tıklım tıklım dolmuş olan belediye otobüsüyle işinize gidiyorsunuz. Kimimiz gece yarısı dönüyor evine kimisi sofraya anca yetişiyor. Özgürüz artık paramızı kazanıyoruz , hem hayaller de kurabiliyoruz artık geleceğe dair ,gerçeleşmeyecek olan hayaller.

Evet , siz sıcaktan tişörtünüz teninize yapışmış bir şekilde koştururken , adına çalıştığımız insanlar ise her yıl değiştirdiği klimalı aracının içerisinde ilerliyorlar hedefe ulaşmak için çıktığımız bu yolda.O kadar inandırıldık ki , hiç bir o zaman onlar gibi olamayacağımızı göremiyoruz. Sahip olmak için bencil olmak lazım , sonra da kar lazım tabii ki , kar etmek için ise sömürü. Eh dünya'da milyarlarca köle olduğunu düşünürsek aslında çokta zor olmasa gerek.

Gençliğimizi , güzelliklerimizi bırakıyoruz bu yolda, teker teker kayıyorlar parmaklarımızın arasından. Daha iyi bir mevki daha çok para daha iyi bir araba için hepsi. Dostun kara günde satması , insani değerin bir anlamının kalmaması bu yüzden hep. Hırsımız , aç gözlülüğümüz fesatlık doldurdu kalplerimize kanser gibi yayıldı. Yeni sahiplerimiz öyle umutlar serpti ki üzerimize kabullenip boyun eğmekten başka bir seçenek kalmadı.

Ya işte böyle ; şimdi yarın kalkın otobüsle yada uğrunda kendinizden ödün verip aldığınız arabanızla işinize gidin. Çalışın , çabalayın , daha yükseklerde devam edin bu yolda ama unutmayın bunlar için nelerden vaz geçtiğinizi. Bir kaçış yolu yok, hepimiz bu yolda ilerlerken gençliğimizi , güzelliklerimizi , masumiyetimizi vermek zorundayız ki onlara yetişemesekte yolda telef olmayalım.